casibom
hoşgeldin bonusu veren siteler deneme bonusu deneme bonusu 2025
jojobet
ankara escort
Marsbahis
deneme bonusu veren siteler
Holiganbet
escort eryaman
alanya escort bayan
escort konya
escort bursa escort bursa
https://www.istanbultaksi.org/
istanbul escort
https://home.gis.gov.gh/
https://guclukadin.org/ https://puma-trainers.net/
escort bayan
xslot trbet tarafbet orisbet betturkey betpublic bahiscom betebet betlike mariobet betist 1xbet trendbet istanbulbahis zbahis royalbet betwild alobet aspercasino trwin betonred bizbet
Bugun...


MEHMET ŞAN

facebook-paylas
Arda Güler, hayat hikayesini anlattı: İFLAS ETMİŞTİK!
Tarih: 14-05-2025 15:24:00 Güncelleme: 14-05-2025 15:24:00


Okulda Mahmut adında bir beden eğitimi öğretmenimiz vardı. Ben dokuz yaşındayken, bir gün babama beni Gençlerbirliği Akademisi’ne yazdırması gerektiğini söyledi. 

Babam buna hayır dedi çünkü oraya her gün gitmek bir saatlik yol demekti. Ama Mahmut Hocam bende bir şey görmüştü ve babamı ikna etti. 

Babam beni her gün idmana götürmeye başladı, bu onun için saatler süren bir işti. Bu sırada dükkan, ortağına emanetti. 

Ne olduğundan emin değilim ama bir gün babam beni bir kenara çekti ve “Oğlum ….. Dükkanı kapatmamız gerekiyor.” dedi.

İflas etmiştik.

O dükkan bizim tek gelir kaynağımızdı. O dönemlerde arkadaşlarımın beni waffle yemeye çağırdığını hatırlıyorum. Bu durumda “Kusura bakmayın param yok” diyemiyorsunuz. Ya hep çok yorgun olurdum ya da “yetişemeyeceğim” derdim.

Neyse ki her zaman sofrada yemeğimiz olurdu. Biliyorum; uyuyacak bir evi, sığınacak bir çatısı olmayan birçok çocuk var.

Çok şükür, şanslı olduğumuzu biliyordum.
Bir süre sonra, babamlar yeni bir dükkan açtılar. 

Bu durumumuzu hafifletti ama birkaç sene sonra Fenerbahçe beni istediğinde, aklımızda sadece futbol vardı diyemem. Paraya ihtiyacımız vardı.

Karar vermemiz üç ay sürdü, çünkü böyle bir karar insanın tüm hayatını değiştirir. Ben 13 yaşındaydım, annem ve babam evden uzaklaşmamı istemiyordu. Benim hayalim Fenerbahçe’de oynamaktı ama bunun aynı zamanda çok riskli ve büyük bir karar olduğunun farkındaydık. İleride profesyonel bir futbolcu olacağımdan kimse emin olamazdı.

Sonunda babam “Boğulacaksan büyük denizde boğul” dedi.

Bu da İstanbul demekti.
“Altı ay sonra her şey yolunda giderse, biz de her şeyi satıp senin yanına geliriz.”

Ankara’dan ayrıldığımız gün, babam tüm sevdiklerimizi topladı, belki 30 kişi vardı. O gün doğum günümdü ve büyük bir pastayla kutladık. Ama annem sürekli ağlıyordu. Bu kadar çok göz yaşının olduğu bir doğum günü görmemiştim. Benimle gurur duyacağını ve yakında İstanbul’da görüşeceğimizi söyledim.

Ama o güne dair en çok benden 8 yaş büyük olan ablamla yaptığım konuşmayı hatırlıyorum.
Yola çıkmak için arabaya binerken gözlerimin içine bakıp “Arda, buzdolabını doldurman gerekiyor” dedi.
Buzdolabını doldurmak. Tam olarak bu kelimeleri kullandı.
“Arda bunu yapmalısın.”

İnsan 13 yaşındayken bu konuda ne hissetmesi gerektiğini tam bilemiyor. Sadece eğlenmek için bu oyunu oynuyorsun ama bir anda ailenin geleceği sana bağlı hale geliyor. Sadece şunu hatırlıyorum, arabayla İstanbul’a giderken babamdan aldığım doğum günü hediyesini çıkardım. Bu bir defterdi ve kapağında büyük bir başlık vardı.
ARDA 10.

Açıp içine hayallerimi yazdım. Birinci hayal: Fenerbahçe A takımında oynamak.
Sonra babam defterimi gördü ve bana yardım eden herkesin adını yazmamı istedi, 20 kişi civarıydı sanırım. Mesela beden eğitimi öğretmenim Mahmut. O beni hiçbir zaman beni profesyonel olarak oynarken göremedi. Mekanın cennet olsun hocam..
Fenerbahçe Akademisi’ne vardığımızda saate baktım.
19:07

Kulübümüzün kurulduğu yıl. Bu belki de kaderdi.
Ama gerçek hayat, FIFA Yolculuk modu gibi değil.
Birkaç ay sonra evimi özledim ve Ankara’ya geri dönmek istedim.
Gerçekten hayallerimden vazgeçmeyi düşünüyordum.

Anlamanız gereken bir şey var, Ankara ve İstanbul çok farklı şehirler. Ankara belki başkent olabilir ama para ve imkanlar İstanbul’da.

Bir gün okulumuz serbest kıyafete izin verdi. Üniforma yok. Oranın çocukları okula markalı giysilerle geldiler.
Ben üniformalı geldim.
“Arda, ne yapıyorsun?” dediler.
Ben de “Aaaa. Unuttum ya. Tüh” dedim.

‘GİYECEK BAŞKA BİR ŞEYİM YOKTU’

Ama unutmamıştım. Sadece giyecek başka bir şeyim yoktu.

Takımda kendimi daha da yalnız hissettim, çünkü kendimden bir yaş büyüklerle oynuyordum. Benimle birlikte, uzun süredir kulüpte oynayan altı yedi oralı çocuk da vardı. Ama sadece beni oynatıyorlardı. Onlar da, “Bu Ankaralı çocuk niye oynuyor?” diye düşünüyordu. Beni dışladılar.

Bir gün antrenör “Arda, kaptan sensin” dedi.
Oralı çocuklar çok sinir oldular.
Sonra antrenör “Arda, sen 10 numarasın” dedi.

Delirdiler.

Türkiye’de 10 numara kutsaldır, biliyorsunuz. Bu U14’te bile böyle. Sadece “yaratıcı oyuncu” değil. Bir kurtarıcıdır. O Alex’tir – gerçek Alex. (Youtube’da bakın, pişman olmayacaksınız.)
Onur duydum ama aynı zamanda korktum. Benden ısınma hareketlerini yaptırmamı istediler. “Dizler yukarı! Depar!” Hiç hoşuma gitmemişti. 

Çok utangaçtım.

Ailemi özlüyordum.

Bir gün artık bunu yapamayacağım, dedim.
Babama söylemeye cesaret edemedim. Fazla gururluydum. Çok acı verecekti. Ama ailemin taşınmayı düşündüğünü biliyordum, o yüzden oda arkadaşıma söyledim. “Babama mesaj at, Arda’nın durumu iyi değil de” dedim.

O da “Gerçekten mi?” dedi.
“Evet, sadece yardıma ihtiyacı var de” dedim.
İşe yaradı. O mesajdan sonra benimle kalmak için İstanbul’a taşındılar. Evi sattılar. Dükkanı kapattılar. 

Arkadaşlarını terk ettiler. Tüm geleceklerini küçük oğullarına bağladılar.
Başarısız olsaydım, bitmiştik.
Neyse ki kısa süre içinde babam bir iş buldu.eee Zagreb’de U17 turnuvasına gittik ve oradaki akademide Modrić’in bir fotoğrafı vardı. Antrenörlerden biri kolumdan tuttu ve “Bir gün sen de onun gibi olacaksın,” dedi.
Offf… 

Bir çocuk olarak buna nasıl cevap verebilirsin?
Sonra bir gün, Fenerbahçe beni A takım hazırlık maçına çağırdı.

O zaman 15 yaşındaydım. A takımı ile antrenman bile yapmamıştım. Büyüklerin ne kadar güçlü olduğunu gördüğümü hatırlıyorum. Luiz Gustavo… 80 kilo ve tamamen kas. Ya ben? Hiçbir şey. Bir deri, bir kemik…

Sanırım Ağustos 2021’di ve Vítor Pereira beni ilk kez HJK Helsinki maçı için kadroya aldı. Takımda çok sakat oyuncu vardı ve ikinci yarı Filip Novak oyundan çıkmak zorunda kalınca, Pereira hocamız yedek kulübesine döndü ve elinde kalan üç oyuncuyu gördü.
Birincisi kaleciydi.
İkincisi de kaleciydi.
Üçüncüsü ise top toplayıcıya benzeyen 15 yaşında bir çocuktu.

“Arda, hazırlan.”

Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki. PlayStation'da titreyen şey sadece kumanda, gerçek hayatta ise tüm vücudun titriyor! Sahaya çıktığımda nasıl olduysa kendimi daha sakin hissettim ve sonra defterimdeki ikinci hayali hatırladım:

Fenerbahçe için bir frikik golü atmak.
Tüm hayatım boyunca bunları atıyordum. 

Kısa süre sonra ceza sahası dışından bir serbest vuruş kazandık, ama bunun Arjantinli usta José Sosa’ya ait olduğunu biliyordum. Sosa’yla serbest vuruşu kimin kullanacağı konusunda tartışamazsın, deli değilsen tabii. Ama belki de deliydim. Onun yanına yazıldım, vurmaya hazırdım.

Sanırım biraz şok olmuştu. O Türkçe bilmiyordu, ben de hiç İspanyolca bilmiyordum. O yüzden İngilizce “Vurabilir miyim?” dedim.
Sosa bir şey demedi.
“Ben mi? Yoksa sen mi?” dedim.
Sosa, “………..”
“BEN? SEN?”

Birden bire taraftarların hepsi uuoooooooooo dedi.
Stadyum kamerası yüzüme kadar zum yapmıştı. Dudaklarımdan serbest vuruşu kullanmak istediğim okunuyordu ve sanırım cesaretim hoşlarına gitti. Ama ya Sosa Abi?

Başrol hala oydu.
Serbest vuruşu o kullandı.
Kaçırdı.
Ama o anı ve taraftarların tepkisini hiç unutmayacağım.

Maçtan sonra stadyumun dışında annemle babamı gördüm. Annem ağlıyordu.
“Arda, başardın.”
Babam konuşmadı. Keskin bir bakışı vardı, kulaklarından dumanlar çıkacaktı adeta. “Baba, sevinmedin mi?” diye sordum.
“Sosa…… neden kullanmana izin vermedi??”
“Ama baba…..”
“Sen vursaydın gol olurdu, eminim!”

Ağustos 2021’de gelen telefonu asla unutmam.
"Arda…… Annen. Kalbinde bir problem var. Acil bir ameliyat olması gerekiyor."

Bunu duyduğunda, futbol aklından siliniyor. Dünyan dönmeye başlıyor. Karnının derinliklerinde bir yumru hissediyorsun. Doktorlar, onun kalbindeki bir kapakçığı değiştirmek zorunda kaldılar.

Ameliyata hazırlanırken, yatağından benim Kasımpaşa'ya karşı iki gol attığımı seyretti. Ailemden birisi, benim gol sevincimi izlerken ağlayan annemin videosunu göndermişti. 

Maç sonu soyunma odasına gittiğimde videoyu izledim ve o kadar korktum ki. Bu, her anın son an olabileceğini hissettiren bir ağlamaydı.
Ben de ağladım, gerçekten öleceğini düşündüm.
Ertesi gün, kulübe bir sonraki maça çıkamayacağımı söyledim. Hayatımda ilk defa, topa dokunmak bile istemedim.

Neyse ki Fenerbahçe durumu inanılmaz şekilde karşıladı. Bana izin verdiler ve Başkan Ali Koç bize en iyi doktorları sağladı. Ameliyat başarılı geçti ve annem iyileşti.

Ne yaparsan yap, hayattaki en önemli şey ailedir.
Ameliyatın üzerinden iki ay geçtikten sonra, Dinamo Kiev’e karşı bir gol attım ve bir mesaj göstermek için formamı kaldırdım:
ANNECİM SENİ ÇOK SEVİYORUM
(Hep seveceğim.)

Sırada üçüncü hayalim vardı: Fenerbahçe’nin 10 numarası olmak. Bunun olabileceğini hiç düşünmemiştim, çünkü forma Mesut Özil’e aitti. Bana en çok şey öğreten oyuncu oydu ama ilk üç ay onunla konuşmaya bile cesaret edemedim. Çok utangaçtım.
O, koridorda yanımdan “Arda, kolay gelsin” diyip geçerdi.

Sadece önüme bakıp, “Tamam” derdim.
O da “Arda, iyi misin?” derdi.
Ben de “Evet, evet.” derdim.

Özil’i tanımayanlar onu biraz soğuk bulabilir, ama arkadaşlığımızı başlatan oydu, çünkü ben cesaret edemedim. Bir keresinde, beni tesiste odasına davet etti ve orada kullanmadığı bir PlayStation vardı. Sanırım ona büyük gözlerle baktığımı fark etti, çünkü “Arda, istersen alabilirsin” dedi.
Ben de “Hayır, alamam” dedim.
Çok utangaçtım.
“Arda, al bunu.”
Çok iyi kalpliydi.

10 NUMARA SÜRECİ VE DİYARBAKIR

Özil 2022’de Fenerbahçe’den ayrıldığında, formanın yeni transferlerden birine verileceğini düşündüm. 17 yaşındaydım ve bir kral tacı nasıl isteyemezse, 10 numarayı da isteyemezdim. Ama yönetim kurulu üyeleri bana, “Arda, forma senin… ama sadece onu giymeye cesaretin varsa,” dediler.

Bunu düşünmek tam tamına bir saniyemi aldı.
“Alıyorum.”

O formayı ilk kez giydiğimde... Bunu nasıl tarif edeceğimi bilemiyorum. Sadece Alex’in ayak izlerinden gitmiyordum. Tüm takımın ve milyonlarca taraftarın yaratıcı sorumluluğunu üstleniyordum. Bu bir ayrıcalıktı. Bir onurdu. Bir hayaldi.
Arda Güler, Fenerbahçe’nin 10 numarası.
Neredeyse kupa kazanmak gibiydi.
O formayı giydiğimde kendimi yenilmez hissediyordum.

O ekstra sorumluluk, attığım her golü daha önemli kıldı. Dinamo Kiev’e karşı oynadığım maçtan iki hafta sonra, Instagram’da gezinirken bir başlık gördüm:

“ARDA GÜLER TÜRKİYE KADROSUNDA”

Bana haber bile vermemişlerdi. İlk maçımız Diyarbakır’da İskoçya’ya karşıydı ve yedek kulübesinde otururken taraftarlar oyuna girmem için hep bir ağızdan benim adımı bağırıyorlardı. O destek benim için çok değerliydi. Bazen Fenerbahçe’de yedek olduğumda, karşı takımın taraftarları bile teknik direktörden beni oynatmasını isterdi. Böyle bir şey hiç görmemiştim. Ne diyebilirdim ki? Sadece teşekkür ederim.

Ondan sonra her şey çok hızlı gelişti. Mart ayında, yine Türk milli takımına çağrıldım.
Sonraki aylarda, transfer teklifleri ardı ardına gelmeye başladı.

Ama beni gerçekten heyecanlandıracak bir teklif almadıkça onları duymak istemedim. Sonra Haziran’da, babam yeni bir teklif hakkında benimle konuşması gerektiğini söyledi.

Ben de, "Baba söylediğim gibi eğer beni heyecanlandırmayacaksa duymak istemiyorum..."
O da, "Arda ...." dedi
"Efendim?"
"Real Madrid."

Real Madrid... Dördüncü hayalim. Bu kadar hızlı olmuş olmasına inanmak gerçekten zordu. O yaz, babamla ben, gitmem için çok erken olup olmadığı konusunda uzun uzun konuştuk. Aslında olay çok karmaşıktı, çünkü başka birçok teklif de vardı ve ne yapacağımı karar vermek zordu. 

Ama sonra Sayın Carlo Ancelotti ile görüntülü bir görüşmem oldu.
Ekranımda numarası belirdiğinde ve video yüklenirkenki o anı hiç unutmayacağım...
“Merhaba, Arda. Nasılsın?”

O da tatildeydi. O an o kadar gerçeküstüydü ki, detayları hatırlamakta zorlanıyorum ama sanırım o, Hawai gömleklerinden birini giymişti, güneş gözlükleri vardı ve galiba bir puro içiyordu.
"Arda, burada büyük bir geleceğin olacak. Belki ilk yıl değil, ama fırsatların olacak. Modrić ve Kroos çok yaşlanıyorlar, seni orta sahada oynatabiliriz."

Adımı Modrić ve Kroos ile yan yana duymak gerçeküstüydü. Konuşamadım.
Sonra dedi ki, "Arda, Madrid'e geleceğine söz ver. Söz ver, söz ver, söz ver."
Ben de dedim ki, "Tabii ki, efendim."
O da dedi ki, "Yakında konuşuruz. Şimdi eşimin yanına gitmem gerek."
Hahaha. Ancelotti uzatmaları oynuyordu.
Telefonu kapattığımda, babama baktım ve karar verdik...
"Eğer boğulacaksan..."
"Büyük denizde boğul."
Bir Real Madrid oyuncusu olarak tanıtıldığında, bu bir düğün töreni gibidir. Sözleşmen altı yıllıktır, ama amaç bir ömür boyu birlikte olmaktır. Ailemle birlikte oturuyordum, annem ağlamaya başladığında, gözyaşlarını sildim ve yanağından öptüm.

Burada olmak için o kadar çok şeyden vazgeçmiştik ki ve şimdi hayalimiz gerçek olmuştu.
PlayStation'da Alex Hunter olarak oynamak için param yoktu.
O yüzden gerçekte ona dönüşmek zorunda kaldım.

İlk baştan beri Ancelotti, benim için bir baba gibi oldu. Ama komikti çünkü her konuda benimle şakalaşırdı ve ben hala dünyanın en büyük kulübünü kavramaya çalışan, gözlerini açmış bir çocuktum. Ne zaman ciddi olup olmadığını anlayamıyordum.
Bir gün Ancelotti dedi ki, "Raúl, Castilla'nın teknik direktörü. Eğer onu görürsen selam ver. Raúl'u tanıyorsun, değil mi?"
Tabii ki Raúl'ü tanıyorum. O kaptandı, Madrid tarihinin en fazla gol atan oyuncusu, yaşayan bir efsane.
Ertesi gün antrenmandan sonra, bir adam yanımıza geldi. Ancelotti dedi ki, "Arda, bu Raúl."
Ama şöyle bir durum var ki, bu efsanelerden birini ilk kez canlı olarak gördüğünüzde, bu durum gerçek değilmiş gibi geliyor. Sahte gibi. Raúl, Real Madrid'de oynadığında dönemde onu izlemek için çok gençtim. Sadece YouTube'da görmüştüm.
Ancelotti gülümsedi ve kesin yine benimle dalga geçiyor, diye düşündüm.
''Hadi ama, efendim. Kusura bakmayın, ama bu Raúl olamaz.''
Ancelotti'nin gülmesini ve ''Aferin'' falan demesini bekliyordum ama bana ciddi bir bakış atıp, ''Ne demek Raúl değil?'' dedi.
Sonra Raúl bana dönüp, 'Ben Raúl González. Tanıştığımıza memnun oldum.' dedi.
Ben de 'Hayır, değilsiniz. Hadi ama.' dedim.
Duyduklarına inanamadılar. Birkaç dakika böyle devam ettikten sonra Ancelotti, Toni Kroos'u çağırdı.
“Toni, bu Raúl mu?”
“Nasıl yani? Tabii ki.”
Hâlâ inanamadım. Bu büyük bir şaka. Beni kandıramayacaklardı.
Sonra Modrić’i çağırdı!
“Luka, bu Raúl mü?”
“Tabii ki, Raúl.”
O an korkmaya başladım.
Hatta Raúl bile bana bakıp, “Tabii ki Raúl.” dedi.
Telefonlarından Raúl’ün resimlerini göstermeye başladılar. Nihayet pes ettim ve dedim ki, “Tamam, özür dilerim. Gerçekten Raúl’sünüz. Tanıştığımıza memnun oldum, efendim.”
Herkes Türkiye’den gelen çocuğa gülüyordu. Hatta Ancelotti bile.
Eve gidip aileme ne olduğunu anlatınca, bana bakıp,
“Arda ........... çok salaksın.” dediler
Bu, Real Madrid’deki ilk haftamdı.
İyi bir başlangıç, Arda.



Bu yazı 35 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI